Oyun Odasında Yaşananlar Ve Ebeveynlerden Sıkça Gelen Sorular

“Hocam, çok merak ediyoruz oyun odasında ne oluyor?” "Siz ona o esnada neler diyorsunuz? Nasıl müdahale ediyorsunuz?”

Erdemli Psikoloji

4/19/20256 min oku

“Hocam, çok merak ediyoruz oyun odasında ne oluyor?”

Şöyle ki; biz o odada çocukla oyun oynar gibi görünsek de (çocuklar ailesi sorduğunda "hiiç sadece oyun oynadık" der.) aslında onun duygularına, yaşadıklarına, dünyasına konuk oluyoruz. Oyuncaklar çocuklar için kelime gibi... Biz yetişkinler dertleşince rahatlarız ya, çocuk da oyunla içini döker. Biz de ne anlatmak istiyor, neler hissediyor, nereye takılmış, onları anlamaya çalışıyoruz.

“Peki ne diyorsunuz da çocuk iyileşiyor?”

Bazen çok fazla bir şey dememize gerek olmuyor aslında. Bazen daha çok çocuk konuşur, bazen de bizler. Bu çocuktan çocuğa değişir. Düşünsenize, bir çocuk belki de ilk defa bir yetişkinin onun hızına, oyununa, hikayesine uyduğunu görüyor. Bu bile başlı başına bir iyileşme başlatıyor. Ama tabi ki sadece oynayıp bırakmıyoruz. Mesela çocuk sürekli silahlarla oynuyorsa, savaş hikayeleri kuruyorsa... demek ki içinde bir öfke, bir kontrol isteği var. Biz onu anlamaya çalışıyoruz, sonra o oyunların içine yavaş yavaş farklı duygular, farklı çözümler sokuyoruz. Bu sırada çocuğun iç dünyası da esnemeye başlıyor.

“Oyunla nasıl düzelecek ki bu çocuk, mesela okulda arkadaşlarıyla anlaşamıyor veya tek başına kalıyor?”

Çok güzel bir soru. Bir çocuk danışanım vardı. Okulda kimseyle oynamıyordu, hep yalnız kalıyordu ya da böyle tercih ediyordu. Annesi diyordu ki "çocuğum hiç arkadaş edinemiyor, çok içine kapanık ve bu durumdan mutsuz olduğunu düşünüyorum". Ardından seanslara başladık. Danışanım terapide hep kedi oluyordu, içine kapanıyor, saklanıyor ve kimseyle konuşmuyordu. Bu oyunu defalarca oynadı. Ama sonra yavaş yavaş, kedi başka kedilere yaklaşıp oynamaya başladı. Ben de seçtiği bu yeni oyunda ona cesaret verici cümleler kurdum: "Kedi artık arkadaş edinmek istiyor, başkalarıyla oyun oynamak istiyor, bazen herkes birkaç arkadaş edinmeye ihtiyaç duyar, onlar da kediyi tanıyınca çok sevdiler, yavaş yavaş arkadaş oldular, artık birlikte daha çok oynamak istiyorlar, hepsi çok mutlu, sen de çok mutlu oldun, bu oyunu çok sevdin, arkadaş edinmek seni mutlu etti." Danışanımın gözümün önünde bu konudaki güveni arttı. Eskiden oyunda kurguladığı kedi bile arkadaş edinemezken; şimdi oyununda kediler, birbirleriyle istedikleri her zaman oynuyor, birlikte gezmeye gidiyorlar, hatta arada bir gruba yeni bir kedi bile dahil oluyordu. 8. seanstan sonra annesi dedi ki: "öğretmeni 2 tane arkadaş edindiğini ve teneffüslerde onlarla oynamaya başladığını söyledi." İşte oyun odasında yaşadığı güven, okul ortamına taşınmış oldu.

“Siz sorunları gündeme getirmezseniz, "hadi bugün senin şu sorununla ilgili oyun oynayalım" demezseniz çocuk nerden bilecek, ne konuşacak?”

Çocuklar aslında neye ihtiyaçları varsa onu getiriyor oyuna. Biz söylemeden... Mesela yine bir danışanımdan örnek vereyim. Evde yeni bir kardeşi olmuş, annesi de “hiçbir şey demiyor ama kıskanıyor sanki” diyordu. Terapide sürekli bebekleri oyuncak polisle hapse atıyordu. Neden? Çünkü içinde kıskançlık, öfke, ilgi ihtiyacı var. Ben ise "bu bebek de annesini çok özlemiş galiba" diyerek onun duygusuna tercüman oldum. Zamanla polis oyunu değişti, bebekleri kurtarmaya başladı. Evde ise kardeşine daha yumuşak davranmaya başladı. O konuyu biz açmasak bile o zaten oyunla açtı.

Bir başka örnek daha;

Başka bir çocuk danışanımın, babasıyla ilişkisi çok zayıftı,; her oyun kurup, bebekleri konuşturmaya başladığında “babası ona kızıyor” diyordu. Oyunlarda ya kendisi sürekli suçlu bir karakter oluyordu ya da oyuncak figürleri dövüyordu. Biz onunla bu hikayeleri oynarken bir gün, oyun sırasında figürlerin barıştığını gördük. Bu onun, "barışı" anlamlandırdığını, barışa hazır olduğunu ve adım attığını gösterdi. Babasına karşı hissettiği karmaşık duyguları oyunla dışa vurdu, işledi ve dönüştürdü. Bir ebeveyn görüşmemizde annesi “ilk defa babasının boynuna sarıldı” dediğinde, içimden “işte oyun terapisinin sihri” dedim.

Yani demem o ki...

Oyun odasında çocuk sadece oyun oynamıyor, içini döküyor, rahatlıyor, büyüyor, öğreniyor. Biz de ona eşlik ediyoruz. Bu bir süreç. Bazen sabır istiyor ama sonunda gerçekten çocuğun hem ruhu hem davranışları değişiyor.

“Peki siz ona o esnada neler diyorsunuz? Nasıl müdahale ediyorsunuz?”

Şimdi şöyle anlatayım... Ben odaya çocukla birlikte girdiğimde sadece izlemiyorum, pasif kalmıyorum. Onun oyununa katılıyorum ama bir yetişkin olarak değil, onun seviyesinde, onun temposunda. Mesela çocuk bir asker oluyor, ben de onun yardımcısı oluyorum. Ya da çocuk bir oyuncağı döverken diyorum ki:

“Ona çok vuruyorsun, acaba sana çok mu kızmıştı? Yoksa sen mi ona kızdın?”

O anda direkt bir şey öğretmeye çalışmıyorum ama çocuğun duygusuna ayna tutuyorum. Bazen şöyle derim mesela:

“Bu oyuncak çok yalnız gibi duruyor, oysaki belki de yanına bir arkadaşının gelmesini isterdi?”

Ya da:

“Senin yaptığın plan işe yaradı, bu kaleyi iyi korudun.”

"Çok güzel çabaladın, bu sefer karşılığını da aldın"

Bu cümleler aslında çocuğun ihtiyacı olan güveni, değeri, kontrol duygusunu destekliyor.

...

"Hocam 'ayna tutmak' ne demek?"

Hani çok öfkelendiğimizde ya da üzgün olduğumuzda, ama farkında bile olmadığımızda biri gelip “Canın sıkkın gibi görünüyorsun” dese… O zaman bir durur, düşünürüz ve “evet ya, galiba gerçekten öyleyim” deriz. İşte ben de çocukla oyun oynarken onun yaşadığı duyguları fark ediyorum ve oyun diliyle ona bunu gösteriyorum.

Mesela çocuk bir oyuncakla diğerini dövüyor diyelim. Ben odaya sadece bakıp geçmiyorum. Şöyle diyorum mesela:

“Bu oyuncak çok kızgın gibi… acaba içinden 'beni neden anlamıyorlar' mı diyor?”

İşte bu, onun içinden geçen ama kelimeye dökemediği bir duyguyu ona göstermem, fark ettirmem demek.

Tıpkı bir ayna gibi, o ne hissediyorsa ben onu yansıtıyorum.

Bu hem çocuğun kendi duygusunu tanımasına yardım ediyor hem de ben onu anladığımı hissettiriyorum. Bu çok iyileştirici bir şey. Çünkü bazen çocuklar kendileri bile ne hissettiklerini bilmiyorlar; sadece davranışla dışa vuruyorlar. Ayna tuttuğumda, o davranışın altında yatan duyguyu birlikte keşfetmiş oluyoruz.

Oyun terapisi odasında çocuk aslında duygularını, yaşadıklarını oyunla anlatıyor. Oyuncaklar onun dili oluyor. Biz de o dili okuyup onu anlamaya çalışıyoruz. Sadece oyun oynamıyoruz, çocuğun iç dünyasına giriyoruz.

Ben çocuğun oyununa katılıyorum ama aynı zamanda onun duygularına ayna tutuyorum. Mesela kızgınsa, korkuyorsa ya da yalnız hissediyorsa, bunu oyun diliyle ona yansıtıyorum: “Bu oyuncak çok üzgün gibi, kimse onu anlamıyor galiba” gibi. Bu şekilde çocuk hem ne hissettiğini fark ediyor hem de anlaşıldığını hissediyor. Bu da onun içinde bir iyileşme başlatıyor.

Oyun, çocuğun en doğal ifade biçimi. Mesela okulda yalnız kalan bir çocuk, terapide sürekli dışlanan karakterleri oynayabilir. Biz bu oyunlarda ona farklı çözümler sunarız, zamanla onun içsel gücü gelişir. Gerçek hayatta da adım adım değişiklik olur.

Çocuk ihtiyacı olan konuyu oyuna taşır. Biz doğrudan sormayız ama o hissettiği eksikliği, korkuyu ya da kıskançlığı bir şekilde oyuncaklarla gösterir. Biz de orada duygusunu fark edip işleriz.

Örneğin kardeşini kıskanan bir çocuk, bebek oyuncakları evden atar. Biz bu oyunu işlerken o duyguyu dışarı çıkarır ve zamanla dönüştürür.

İşlemek derken... Yönlendirme yapmam ama duygularına isim koyarım, düşünceleri hakkında konuşurum. Bazen sınır koyarım, bazen cesaretlendiririm. “Bu oyuncak galiba çok korkmuş ama yanında bir dostu olsa biraz rahatlayabilir” gibi sözlerle hem duygusunu düzenlemesine yardım ederim hem de yeni çözüm yolları gösteririm.

Özetleyecek olursam:

Bazen çocukla birlikte üzülüyorum, bazen gülüyoruz, bazen korktuğu bir şeyle baş etmeye çalışıyoruz. Ama hep onun duygusunu onaylayan, destekleyen bir yerdeyim. Gerektiğinde sınır da koyuyorum:

“Bu oyuncakla birbirimize zarar veremeyiz ama sen kızgın olabilirsin, başka bir yol bulalım.”

Bu da çocuğa hem duygusunu bastırmadan ifade etme hem de sosyal olarak kabul edilebilir yollarla baş etme becerisi kazandırıyor.

Yani ne yapıyorum:

Çocuğun iç dünyasına oyunla giriyorum, sonra orada ona duygularını tanımayı, düzenlemeyi, ifade etmeyi öğretiyorum. Bunu da doğrudan "şunu yapmalısın" diyerek değil, oyun içindeki rolleri kullanarak, onunla birlikte hissederek yapıyorum.