Yerleşememek

“İnsanın en derin arzularından biri, bir yere ait olmaktır. Bir eve, bir bedene, bir ilişkiye, bir hayata…”

MEKAN VE INSANINSANIN KENDIYLE ILIŞKISI

10/6/20255 min oku

Yerleş(e-me)mek…
Bir eve, bir şehre, bir ilişkiye, bir hayata yerleşmek. Ama bazen ne kadar uğraşırsak uğraşalım, yerleşmek bir türlü mümkün olmaz. İçimizde hep bir huzursuzluk, bir boşluk kalır; nereye gidersek gidelim, bir parçamız oraya gitmemiş gibidir. Bazen insanlar yeni bir eve taşınır, yeni bir şehirde yaşamaya başlar veya yeni bir ilişkiye adım atar; dışarıdaki her şey değişir ama içeride bir yer hâlâ boş kalır.

İlk Yerleşme: Anne Karnı

Belki de insanın yerleşme deneyimi, hayatının en temel başlangıcında, anne karnında başlar. Bir bebek, rahmin sıcak ve güvenli dünyasında varlığını sürdürürken, hayatın ritmini, güveni ve bağlılığı ilk kez hissetmeye başlar. Oradaki sessiz güven, onun içsel dünyasında kalıcı bir iz bırakır. Rahimde hissedilen hareketler, sessizlik, sıcaklık ve ritim, kişinin dünyaya dair ilk kayıtlarıdır.

Eğer o ilk deneyim güvenli ve istikrarlıysa, kişi ileride yeni dünyalara daha kolay bağlanabilir. Ama o ilk anlarda kaygı, gerginlik ya da eksiklik varsa, kişi büyüdüğünde hayatın farklı alanlarında da yerleşememe hissiyle karşılaşabilir.

Dışarıda Yabancı Olmak

Bir insan şehir değiştirir, bir eve taşınır, yeni bir işe başlar; ama içindeki yabancılık hissi gitmez. Kimi insanlar yeni bir yere gittiklerinde hemen alışır, tutunur, güven duyar ve kök salar. Hayatın ritmi onlara hızlı gelir ve dünya sanki onları bekliyormuş gibi açılır önlerine.

Ama bazıları vardır ki, aynı evi bin kez değiştirse de, yeni bir şehre taşınsa da, hep bir parçası yerleşmemiş gibidir, havada kalır. İçinde bir yan hep uyarır: “Dikkat et, burada kalamazsın.”

Yabancılık, çoğu zaman dışarıdan değil, içeriden başlar.

İçsel Çatışma

Yerleşememek yalnızca mekânla ilgili değildir. İnsan, kendine ait hissetmeyi, kendi iç dünyasına kök salmayı öğrenmedikçe, dışarıda hiçbir yere gerçekten yerleşemez.

Bir dostlukta, bir ilişkide, bir işte veya bir şehirde bile hep biraz yabancı kalır. Çünkü kök salmak, bağlı olmak, güvenmek her zaman kolay değildir.

İçimizde bir yandan ait olma isteği vardır, bir yandan da kaygı ve korku. Yeni bir yere, yeni bir insanın hayatına, yeni bir sevgiye açılmak hem çekici hem de ürkütücüdür. Kök salmak, bağlanmak, sevgiye açılmak, kaybetme ihtimaliyle birlikte gelir. Bu nedenle bazen bilinçli olarak uzak dururuz; bazen farkında olmadan yollar değiştirir, yeni başlangıçlara koşarız.

Her defasında aynı sızı geri gelir: tam yerleşememiş olmak.

Geçmişin Yankıları

Bazen geçmişin yankıları bugüne taşınır. Erken yaşta deneyimlenen güven eksiklikleri, kırgınlıklar, eksik kalan bağlar, yıllar sonra yeni ilişkilerde veya yeni yaşam alanlarında tekrar karşımıza çıkar.

Yeni bir ev, yeni bir şehir ya da yeni bir arkadaşlık; her biri geçmişin izleriyle yeniden şekillenir. Yerleşememek, çoğu zaman bu tekrarların sessiz bir yansımasıdır.

Düşünelim: bir insan yeni bir işe başladığında, ilk günlerde heyecan ve umut vardır. Ama kısa süre sonra geçmişten gelen sesler devreye girer: “Burada kalamam, bir yerler eksik, bir şeyler hep yanlış olacak.” İşte bu, geçmişin bugüne sızmasının bir örneğidir.

Aynı şekilde bir ilişkide, kişi ne kadar bağlanmak istese de, farkında olmadan mesafe koyar veya kendi duygularını saklayabilir.

Yerleşememek çoğu zaman kendi içsel dünyamızla ilgilidir. Kendi duygularımızı tanımadığımız, geçmişin izlerini taşımayı öğrenmediğimiz sürece, dışarıdaki hiçbir yer bize tam anlamıyla ait olmaz.

Günlük Hayatın Sessiz İşaretleri

Bir sabah kahvemi içerken, pencerenin önünde yeni taşındığım sokakta yürüyen insanları izlediğimde, bazen bir huzur bazen de garip bir uzaklık hissederim. Her şey yerli yerinde ama bir yanım hâlâ yabancıdır.

Ya da bir arkadaş grubuna katıldığımda fark ederim. İnsanlar gülüp sohbet ederken, bir yanım hep mesafeli durur. Katılmak isterim, bağlanmak isterim; ama içimdeki o sessiz ses fısıldar: “Tam olarak burada olamazsın, bir şeyler eksik.”

Bu sessiz uyarı, geçmişten gelen izlerin bugüne yansımasıdır.

İçsel Yerleşme

Yerleşebilmek için önce kendi iç dünyamıza bakmamız gerekir. Sessizce durup, kendi geçmişimizle, kaygılarımızla ve korkularımızla yüzleşmeliyiz.

Bu, bazen acı verici olabilir, bazen zorlayıcıdır. Ama gerçek yerleşmenin kapısını açan yoldur. İçimize kök salmayı öğrendiğimizde, dışarıdaki dünyaya da daha güvenle açılırız.

Bir insan yerleşebildiğinde, ilişkilerinde daha dürüst ve açık olur. Kendi hislerini fark eder, eksik kalan parçalarını görür ama onlarla yaşamayı öğrenir. Artık dışarıda ne olursa olsun, içsel bir merkez bulmuştur ve bu merkez onu dünyaya bağlar.

Yerleşmek: Ruhsal Bir Yolculuk

Yerleşmek sadece bir mekânı sahiplenmek değildir; kendi ruhuna, kendi iç dünyasına kök salabilmektir.

Kendi duygularımızla, geçmişimizle, eksik kalan parçalarımızla barışabildiğimizde, dünya da bize açılır. Bir şehir, bir ev, bir dostluk veya bir sevgi, artık yabancı gelmez; orada kendimize ait bir yer buluruz.

“İçine yerleşmeyen, hiçbir yere yerleşemez.”

İçimize kök salmak, yalnızca huzur vermez; aynı zamanda bizi güçlendirir. Artık savunmaların ardına gizlenmek yerine, içsel boşluklarımızı hissetmeyi ve taşımayı öğreniriz.

Bu, hayatın akışına daha güvenle dahil olabilmek, ilişkilerde ve yaşam alanlarında kendimizi tam olarak gösterebilmek demektir.

Sonuç: Kendi İçimize Yerleşmek

Ve belki de gerçek yerleşmek, tam da buradadır: kendi içimizde. İçimizde güvenli, sıcak ve kendimize ait bir yer açabildiğimizde, dünya da bizim için açılır.

Yerleşmek, bir eve taşınmak değil, bir şehirde kalmak değil; kendi ruhuna kök salmak ve geçmişin izlerini taşıyabilmekle ilgilidir. İçimize kök salabildiğimizde, hayatın her alanı bize ait olmaya başlar.

Asıl yerleşme, insanın kendi kalbine kök salmasıdır.


Not: Photo by Jeruel Sanchez / EyeEm, kaynak: https://www.refinery29.com/en-gb/settling-in-relationships